Hacamat Nedir? Nasıl Yapılır? Faydaları Nelerdir?
Nihayet! Kültürümüzde köklü bir yeri olan hacamat yasal zemine oturtuluyor.
Nasıl modern tıbbın şarlatanları varsa elbette alternatif tıbbı suistimal edenler de çıkabilir. Lakin bu durum, alternatif tıbbın ve kültürümüzde köklü geçmişi bulunup sünnet olan hacamatın engellenmesini gerektirmez.
Sağlık Bakanlığı, geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları yapmak isteyen hekimlere, kupa (şişe çekme ve hacamatın birleşimi), ozon uygulaması ve hemeopati sertifikasının ardından sülük uygulamasıyla ilgili sertifika vermeye hazırlanıyor.
Bakanlık, sertifika programında şu ayrıntılara yer verdi “Bu programa tabipler ve diş tabipleri de katılabilir. Sülük tedavisi ağrı sendromlu rahatsızlıkları, kas iskelet sistemi rahatsızlıkları, kulak ağrıları ve çınlamaları, kalp ve dolaşım sistemi rahatsızlıkları, nöropsikiyatrik rahatsızlıklar, bazı göz rahatsızlıkları, diş hekimliği alanında kullanılabilir.”
HACAMAT NEDİR
Hacamat, koruyucu hekimlikte ve bazı hastalıkların tedavisinde uygulanmış genel bir tedavi usûlüdür. Kelimenin aslı Arapça hicâme(t) olup “emmek” anlamındaki “hacm” kökünden gelir. (Lisânü’l-’Arab, “hcm” md.)
Hacamat yaptırmaya ihticam, bu işi meslek edinen kişiye haccâm, kullandığı fanus ve bardak gibi aletlere de mihcem (mihceme) denir. Bu yöntemle kan almak yahut vücudun istenen yerine kan toplamak için, küçük bir fanus ters tutularak içine sür'atle sokulup çıkarılan bir alev vasıtasıyla havası boşaltıldıktan sonra vücuda kapatılmakta, böylece kanın, üzerindeki hava basıncının azaldığı o kesime hücum etmesi sağlanmaktadır ki buna “kuru hacamat” denir.
Bu şekilde uygulanan kuru hacamatın maksadı kılcal damarlardaki kanın o bölgeye akışını sağlamak, böylece yakın bir bölgedeki kanamayı durdurmak veya vücudun o kısmını ısıtmak yahut özellikle bazı cilt hastalıklarında derideki kan deveranını arttırarak tedaviye katkıda bulunmaktır. Türk halkı arasında kuru hacamat için “şişe çekme” tabiri de kullanılmaktadır. Eğer maksat sadece kan toplamak değil kılcal damarlardan kan almaksa, kan alınacak kısım keskin bir bıçakla çizildikten sonra fanus kapatılır ve bu durumda kan iç basıncın etkisiyle kolaylıkla dışarı çıkar, yani fanus tarafından emilmiş olur. Bu işleme ise “kanlı hacamat” denir ki Türkçede hacamat denilince akla daha çok gelen de budur.
Hacamat, koruyucu hekimlikte ve hastalıkların tedavisinde uygulanmış genel bir tedavi usûlüdür. Eskiden beri yaygın olarak uygulanan bu tedavi metodunda “hacamat bıçağı” veya “hacamat zembereği” denilen bir âlet kullanılmaktadır. Hacamat bıçağı, tarak biçiminde, vücutta bir sıra çizik meydana getiren bir âlettir. Bir yüzünde birçok yarık bulunan bakır bir kutu içinde tetikli bir zembereğe bağlı olan bıçaklar, düğmesi basılınca zembereğin boşalmasıyla yarıklardan dışarı fırlar ve vücutta çizikler meydana getirmekte ve fanus, bardak vb. bir şeyle de çizikler üzerinden kan çekilerek bu tedavi usulü uygulanmaktadır. Hacamatta maksat, derinin altındaki akıcılığı olmayan pıhtılaşmış kirli kanı ve dokular arasındaki sıvıda biriken atıkları dışarı atmak suretiyle kanın rahatça dolaşmasını sağlamaktır.
Tarihi
Tıp tarihinde kan alma yöntemiyle tedavinin ilk defa nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak bugün de bazı toplumlarda görüldüğü gibi eski Mezopotamya, Mısır ve diğer Ön Asya uygarlıklarında birçok hastalığın tedavisinde vücuttan kan alma yoluna gidildiği bilinmektedir.
Hacamat tedavisi binlerce yıldır Çin’de kullanılan kupa terapisi yöntemiyle ortak prensiplere sahiptir. Önceleri bu işlemler için hayvan boynuzları kullanılırdı. Hacamat yapan kişi boynuzdan havayı çekerek bir vakum oluştururdu. Bu yöntem dışında bambu, seramik ve cam kupalar da kullanılmıştır. Hacamat sistemli olarak ilk kez Eski Mısır’da kullanılmıştır. Yabancı maddeyi vücuttan uzaklaştırmak için hacamat yoluyla kan alma tasvirlerine ait belgeler bulunmaktadır. Bilinen en eski tıp metni olan (M.Ö. 1550) Eski Mısır’a ait Eber Papirüslerinde bile hacamata rastlamak mümkündür.
Modern tıbbın babası Hipokrat (M.Ö. 460–377) ve Yunan tıbbının büyük hekimi Galen (M.S. 131-210) hacamattan bahsederler. Hacamat Moğol tıbbında da 2500 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Eski tababette hacamat yapmak için insan vücudunda on dört bölge; fasd yani damardan kan aldırma yöntemiyle ise otuz ile kırk üç arasında damar tespit edilmiştir. Klâsik tıp kitaplarında hangi bölgeden veya damardan kan almanın ne gibi hastalıklara iyi geleceğine dair ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Hattâ bu iş için uygun olan mevsimler, günler ve saatler verilmekte, eğer âcil bir durum söz konusu değilse ilkbahar ve sonbaharda hacamat yaptırmak tavsiye edilmektedir.
En eski dönemlerden günümüze kadar, gerek koruyucu hekimlikte gerekse bazı hastalıkların tedavisinde hacamat usulü geçerliliğini belli ölçüde sürdürmüştür. Günümüzde de hacamatın, halkı müslüman olan ülkelerde yaygın olduğunu ve buralarda hacamat kliniklerinde bu tedavinin uygulandığını görmekteyiz. Ayrıca Çin, Almanya, İngiltere, Avustralya, Malezya ve Kanada gibi ülkelerde bu tedavi usulünün uygulandığı ve bu konuda araştırmaların yapıldığı bilinmektedir. Osmanlı döneminde bazı berberler tarafından uygulanan hacamat, günümüz Türkiye’sinde ehil olmayan kişiler tarafından sağlıksız ortamlarda yapıldığı iddiasıyla Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklanmıştı. Bu nedenle modern tıpta gerekli durumlarda kan alma (phlebotomy), şırınga ile doğrudan damara girerek gerçekleştirilmekteydi.
Bu yeni düzenlemeler ile hacamat konusunda yeniden yasal serbestlik oluşacak.
Hacamat, genel tıp kitaplarında fasd ve hacamata ayrılan özel bölümler yanında konuyla ilgili müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Hipokrat, Galen, İbn Mâseveyh, Ali b. Rabben et-Taberî, Buhtîşû’ b. Cebrâîl, Huneyn b. İshak, İbn Mâsse, İshak b. İmrân, Kustâ b. Lûkâ, Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî, Fârâbî ve Ali b. Abbas el-Mecûsî’nin Kitâb (Risale) fi’l-fasd, Kitâb (Risale) fi’l-hicâme, Kitâbü’l-Fasd, Kitâbü’l-Hicâme gibi adlarla kaleme aldıkları eser ve risaleler sayılabilir. (Bk. Fuat Sezgin, GAS, III, 444)
Hz. Peygamber’in Hacamat Yaptırması ve Teşvik Etmesi
Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında hacamatın, sağlığı korumak için ve bir tedavi metodu olarak uygulandığını, bizzat kendisinin de hacamat yaptırdığını ve hacamatı tavsiye ettiğini bilmekteyiz.
Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir Haccâm’a başından kan aldırmak suretiyle hacamat yaptırmış, haccâma ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur “Hacamat (kan aldırma) sizin için en iyi tedavi yollarından biridir.” (Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakât 62, 63)
İbn Abbas, Resulullah’ın Miraç gecesinde, meleklerden oluşan bir cemaate her uğrayışında kendisine meleklerin, “Hacamat olmaya devam et! Ümmetine de hacamat olmalarını emret!” dediklerini nakleder. (Tirmizi, Tıb, 12; İbn Mâce, Tıb, 20; Ahmed b. Hanbel, I, 354) Hz. Enes (r.a.), Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem), boynunun iki tarafı ile iki omuzun arasından hacamat yaptırdığını bizlere bildirmektedir. (Ebû Dâvûd, Tıb 4; Tirmizi, Tıb 12; İbn Mâce, Tıb 21)
Ebu Kesbe el-Enmari (r.a.) de “Resulullah’ın başından ve iki omuzu arasından hacamat yaptırdığını ve “Kim bu kandan akıtırsa, herhangi bir hastalık için, bir başka ilâçla tedavi olmasa da zarar görmez.” (Ebû Dâvûd, Tıb 4; İbn Mâce, Tıb 21) buyurduğunu haber vermektedir. Kütüb-i Sitte‘de geçen bu ve benzeri rivayetlerde Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) hacamat yaptırdığını ve bunun hastalıklardan korunma ve tedavi hususunda önemli bir uygulama olduğunu görmekteyiz.
Hacamatın Yapıldığı Azalar
Hacamatı o dönemde uygulanan en iyi tedavi metotları arasında sayan Resûl-i Ekrem ve ashabının genel olarak ağrıya ve baş ağrısına karşı, baş (Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakat 62, 63), iki omuz arası (kahil) (Ebû Dâvûd, Tıb 4; İbn Mâce, Tıb 21), boyunun sağ ve solunda bulunan damarlardan (ahdaayn) (Ebû Dâvûd, Tıb 4; Tirmizi, Tıb 12), kalça ve ayağın üstünden (Buhârî, Tıb, 14, 15; Ebû Dâvûd, Menâsik, 35, Tıb, 4,5) hacamat yaptırdıkları rivayet edilmektedir.
Hacamatta, vücutta kan alınabilecek noktaların bilinmesi önemlidir. Hadîslerde Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem), başından, boynundan, omzundan ve ayağından hacamat yaptırdığını görmekteyiz. Fakat hacamatın vücudun sadece bu azalara uygulanmadığını ağrıyan yere göre vücudun değişik yerlerine de uygulandığını bilmekteyiz.
Hacamatın Zamanı
Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) kamerî ayların on yedi, on dokuz ve yirmi birinde hacamat yaptırıp, hacamat için bu zamanları ümmetine tavsiye ettiğini ve bu zamanın kan hücumundan dolayı meydana gelen birçok hastalıktan şifa olduğunu bildiren rivayetler bulunmaktadır. (bk. Tirmizi, Tıb, 12; Ebû Dâvud, Tıb, 5) İbni Sina, el-Kanun fi’t-Tıb isimli meşhur eserinde bu hadîsle ilgili olarak şu açıklamaya yer verir Kamerî ayların başında kan aldırmak tavsiye edilmez. Çünkü vücuttaki kan, kamerî ayların ilk günlerinde daha azdır. Ayın on beşinden sonra yani dolunay günlerinde ise ayın çekim gücünün artması sebebiyle vücuttaki sıvı maddeler hem çoğalır hem de hareketlenir. Bu sebeple bu günlerde alınan kan da kişiye zarar vermez. (İbni Sina, Kanun I, s. 212)
Günümüzde yapılan bazı araştırmalar da ayın insan vücudu üzerinde değişik etkiler meydana getirdiğini, dolunay günlerinde vücuttaki hormon ve sıvı dengesinde değişmeler görüldüğünü, kadınlardaki doğum ve âdet görme kanamalarının daha şiddetli olduğunu ortaya koymuştur. (Gerçeğe Doğru Dergisi, “Dolunay ve Oruç” c. II, sayı 20, sayfa 28-30)
Ayın ilk yarısından sonra (dolunay hâlinde) hararetle rutubetin artmasından dolayı, damarlardaki kan çoğalmakta ve kan dolaşım hızında da bir artma meydana gelmektedir. Yapılan araştırmalara göre bu dönemde ayın 11-21. günlerinde işlenen suçlar ve cinayetlerde de belirgin artışlar olduğu tespit edilmiştir. Bu günlerde ayın cazibesi vücuttaki kanın hareketlenmesine ve vücudun dinç olmasına tesir ettiğinden dolayı kişiyi suç işlemeye müsait bir hâle getirdiği gibi, sinir sistemine de tesir etmektedir. (Bilim ve Teknik Dergisi, sayı 298, Eylül 1992)
İbn Kayyim el-Cevziyye, hadîslerde mevcut tavsiye ve bilgilerin, dönemindeki tıp âlimlerinin tespitleriyle uyum içinde bulunduğunu, meselâ bu âlimlerin kanaatine göre ayın hareketine bağlı olarak bu zamanlarda kan basıncının arttığını, ay ortası ile onu takip eden haftanın hacamat için en uygun zaman olduğunu, âcil durumlar hariç bu zaman dilimi içinde hacamat olmanın daha faydalı olacağını söylemektedir. (İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Tıbbû’n-nebevî, s. 66) Hacamat için belli zaman dilimleri tavsiye eden hadislerin yeni ilmî araştırmalar ışığında tekrar değerlendirilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Hacamatı kamerî takvime göre on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günler yapılmasını tavsiye eden hadislerin yanında, bir de hacamatın belli günlere tahsis edilmesiyle ilgili bazı rivayetler de bulunmaktadır. İbn Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hacamat için pazartesi, salı ve perşembe günlerini tavsiye etmekte (bk. İbn Mâce, Tıb, 22) başka bir rivayette ise
Peygamberimiz’in “Salı günü kan günüdür. O günde bir saat vardır, kan durmaz” (Ebû Dâvûd, Tıb 5) buyurarak salı günü hacamat yapmayı men ettiği bildirilmektedir. Bu günde hacamat olmayı yasaklayan bu hadîs senet yönünden tenkid edilmiştir. İbn Hacer ve Aynî gibi âlimler, Buhârî’nin yukarıdaki hadisleri zayıf bulduğu için eserine almadığını belirterek, hacamat için belli bir zaman tayininin söz konusu olmadığını ifade etmişlerdir. (İbn Hacer, Fethu’l-bâri, XXI, s. 266-267; Aynî, Umdetü’l-kârî, XVII, s. 374-375) Zehrâvî de bu konuda vakit tayinine gerek olmadığını söylemektedir. (Zehrâvî, et-Taşrîf li-men ‘aceze ‘ani’t-te’lif , II, s. 541)
Hacamatın Faydaları
Peygamberimiz hacamatın faydası ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır “Hacamatta şifa ve bereket vardır. Ayrıca hacamat aklı ve hıfzetme (ezberleme) gücünü arttırır. (İbn Mâce, Tıb 22)
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hacamatta şifa olduğunu buyurmakta (Buhari, Tıb 7; İbn Mâce, Tıb 22; Ahmed b. Hanbel, I, 246) ve hacamat yaptıranın herhangi bir hastalık için, bir başka ilâçla tedavi olmasa da zarar görmeyeceğini bildirmektedir. (Ebû Dâvûd, Tıb 4; İbn Mâce, Tıb 21) Allah Resulü’nün bu mübarek beyanları, kan aldırmanın çok etkili bir tedavi metodu olduğunu ve usullerine riayet edilerek yapıldığı takdirde önemli faydalarının olacağını göstermektedir.
Zamanımızın tıp ve ilim adamları kan aldırmanın birçok yararlı ve tedavi edici tesirinin bulunduğunda ittifak hâlindedir. Amerikalı bir profesör kanın temizlenilmesi ile birçok hastalığın tedavi edilebileceğini iddia etmiştir. Kanın temizlenmesiyle hastalıklara karşı başarılı sonuç alınması, hacamatın önemini ortaya koymaktadır. Özellikle psikiyatrik rahatsızlıklarda bunu daha da önemli olduğu belirtilmektedir.
Sağlığı yerinde olanların kan vermesi kemik iliğini harekete geçirmekte, kan yapımı hızlanmakta böylece kanın temizlenmesi kolaylaşmaktadır. Bahar yorgunluğu dediğimiz vücudun umumi âhengini bozan bitkinlik, hâlsizlik doğuran hastalıklar bahar mevsiminde kan vermek suretiyle düzeltilebilir. Kış aylarında vücutta biriken metabolizma artıkları ve zehirli maddeler baharda kan vermekle hızlanan kan yapımı sayesinde süratle vücuttan atılmaktadır. Dolaşıma çıkan pıhtılaşmayı önleyici bazı maddelerin temizlenmesi, damar sertliklerinin önlenmesi ve damarların korunması da kan vermenin faydaları arasındadır. (Emiroğlu, s. 81)
Bugünün tıbbında genellikle elli yaşın üzerindeki kişilerde görülen sebebi bilinmeyen, organizmada alyuvar kitlesinin devamlı ve mutlak suretle artmasıyla meydana gelen Polsitemia Vera isminde bir hastalık tespit edilmiştir ki, hastada baş ağrısı, baş dönmesi halsizlik, fenalık hissi, geçici körlük, görme keskinliğinde azalma vb şikâyetleri görülmektedir. Bu hastalık kan alma suretiyle tedavi edilir. Böylece kısa zamanda alyuvar kitlesini azaltarak hastalığın vücut için kötü olan etkileri önlenmiş olur. Her defasında 300 ml. kan alınır ve bu haftada 1–2 kere uygulanır. Bu işleme alyuvarlar sayısı normal seviyeye gelinceye kadar devam edilir. Böylece bu hastalık, sadece hastadan kan alınmak suretiyle kontrol altında tutulabilir.
Kan vücuttan çıktığında yerine plazma adı verilen bir vücut sıvısı geçecek ve kanın sulanması sağlanmış olacaktır. Kanın sulanıp incelmesi, kandaki alyuvar yoğunluğunu azaltır. Böylece kalb, beyne daha rahat pompalama yapar. Kan emilince, kandaki oksijen taşıyıcı madde olan hemoglobin seviyesi de düşer. Bu yüzden kan, beyine yeterli oksijeni taşıyabilmesi için daha hızlı akmaya başlar. Akışkanlık özelliği artan kanın aynı zamanda çevredeki, beyin ve karaciğerdeki dolaşımı da düzelmiş olacaktır. Böylece kan akışının artmasıyla insan yorgunluktan ve halsizlikten kurtulacaktır.
Âni sol kalb yetmezliği ve buna bağlı akciğer bozukluklarında da kan almak suretiyle tedavi yapılır. Âni sol kalb yetmezliğinde toplardamar yoluyla süratle ve fazla miktarda (500 ml) bir kan alımı kalbe kan dökümünü azaltarak sağ kalb atım hacmini azaltmak suretiyle sol kalb yükünü hafifleteceğinden âni sol kalb yetmezliği ve buna bağlı akciğer bozukluklarına ait krizlerde hastayı kısa zamanda rahatlatabilir. (Denizkuşları, s. 115)
Hacamatla, kılcal damarlardaki tıkanıklıklar açılır. Kandaki ve dokulardaki gaz ve toksinlerin hacamatla atılması, hacamat yapılan bölgeye bağlı damarlardaki kan akımını canlandırır. Hacamat, dokuların beslenmesi ve oksijenlenmesini artırır, sertlikleri ve ödemleri çözer. Hacamat kan üretimiyle görevli organları (kemik iliği, karaciğer, dalak) uyarır, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, vücuda direnç kazandırır, ağrıları giderir, hastalıkları önler. Kansızlık, bel tutulması, eklem ağrıları, baş ağrıları, bel, boyun fıtığına ve kireçlenmesine bağlı ağrılar, dalak, karaciğer hastalıkları, enfeksiyonlar, sinirsel, psikolojik ve her türlü hastalığın tedavisinde etkili olduğu belirtilmektedir. (Salih, s. 141) Süreklilik arz eden kronikleşmiş birçok hastalıklarda; migren, romatizma, mide bağırsak rahatsızlıkları, el ve ayaklarda üşüme, şeker hastalığı, zihnî ve ruhî birçok hastalıklarda, böbrek hastalıklarında kan vermenin faydası bilinmektedir. Vücudun farklı bölgelerine uygulanan hacamatın daha birçok hastalığın tedavisinde iyi neticeler verdiği tecrübelerle ortaya konmuştur.
St. George’s Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Doç. Dr. Ahmed Younis, East Anglia Üniversitesi’nden Dr. Kaleem Ullah ve uluslar arası hacamat terapisti sertifikası sahibi Faruk Günindi hacamatın faydaları ile ilgili dünyanın değişik yerlerinde seminerler vermekte, Younis her türlü ağrılarda ve hastalıklarda hacamat terapisini kullandıklarını ve çok başarılı sonuçlar aldıklarını belirtmektedir. Avrupa’nın en büyük bilim festivali olan İngiltere Bilim Festivali’nde 2006 yılında Hacamat’ı tanıtan Younis’un bu konudaki araştırmaları da saygın bir alternatif tıp dergisinde yayınlanmıştır. (Bk. ISPUB, vol 4. No1, 2007)
Hacamat yapılırken bazı hususlara da dikkat edilmesi gerekmektedir. Bulaşıcı hastalıklara yakalanmamak için bu tedavide mutlak suretle hijyene önem verilmeli ve bu işi iyi bilen ehil insanlara yaptırılmalıdır. Hacamat yaptıracak kişinin daha önce bir tahlil yaptırarak kan durumunu ve vücuttaki kan seviyesinin kan vermeye elverişli olup olmadığını öğrenmesi gerekmektedir. Zîrâ kan seviyesi düşük anemik ve hemofili hastaların hacamat yaptırmaları kendilerine zarar verebilir. Yine hacamat çok ihtiyar ve zayıf kişilere, kalb yetmezliği olanlara, hamilelere, tansiyonu çok düşük olan kişilere ve küçük çocuklara önerilmemektedir.
Sonuç
Modern bilim hızla ilerliyor. Her geçen gün yeni tedavi usulleri ortaya konuluyor. Ancak bununla birlikte sürekli olarak yeni ve tedavisi bulunamayan başka hastalıklarla karşılaşıyoruz. Bu durum hastalıklarla mücadeleden önce hastalıklara yakalanmamayı yani koruyucu hekimliğin esaslarının bilinmesini ve uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Nitekim Peygamber Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) tıbba dair tavsiyelerinin birçoğunun koruyucu hekimliğe ait olduğunu görmekteyiz.
Bulaşıcı hastalıklara karşı korunma, salgının bulunduğu yere girmeme ve bu yerde bulunuyorsa dışarı çıkmama (karantina), vücut temizliği, yiyecek ve içeceklerin temiz tutulması, çevre temizliğine önem verme, dişleri misvaklama, yeme-içmede aşırıya kaçmama, yemekten önce ve sonra elleri yıkama, oturarak yemek yeme gibi nebevî tavsiyelerin hastalıklardan korunma adına ne kadar önemli olduğu günümüz ilim adamları tarafından da ifade edilmektedir. İşte bu açıdan meseleyi değerlendirdiğimizde Hz. Peygamber’in hem tedavi hem de hastalıklardan korunma maksadıyla uyguladığı hacamatın önemini daha iyi kavramış oluruz.
Günümüzde hastalıkların tedavisinde kullanılan yöntem ve ilâçların yan tesirlerinin bulunması, dünyanın birçok yerindeki bilim adamlarını, hastalıklara karşılık eskiye, denenmiş, tecrübe edilmiş ve insanların yüzyıllardır yapa geldikleri tabiî tedavi metotlarına sevk etmiştir. Alternatif Tıp olarak anılan bu doğal tedavi yöntemlerinden birinin de Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) uyguladığı ve ümmetine tavsiye ettiği hacamat olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda Avrupa’da, Asya’da ve dünyanın değişik yerlerinde yapılan araştırmalar ve çalışmalar da bu hakikati desteklemektedir. Ayrıca günümüzde, hacamatı hayatlarında düzenli bir şekilde uygulayarak sağlığını muhafaza eden ve hastalıklardan kurtulan kişilerin tecrübeleri de hiç şüphesiz bunun önemini daha da artırmaktadır.
Tarih boyunca uygulanan hacamat günümüz modern tıpta kan verme metodu olarak algılanmaktadır. Günümüz şartlarında ise damardan şırınga ile kan almanın da hacamat olarak değerlendirilebileceğini söyleyenler vardır. Ancak hacamatın gerek vücudun değişik yerlerine uygulanması gerekse de ana damarlardan değil de kılcal damarlardan pıhtılaşmış kirli kanın alınması ve bu uygulama için uygun zamanların belirlenmesi gibi unsurlar hacamatı, günümüzde şırınga ile damardan temiz kanı almaktan farklı kılan yönlerdir. Bunun için binlerce yıldır uygulanan hacamatın, gelişen modern tıbbın imkânlarıyla ilim adamları ve araştırmacı doktorlar tarafından bu farklı yönleriyle tekrar ele alınarak incelenmesi gerektiğine inanıyoruz. Böyle bir araştırma yapmanın da bu tedavi uygulamasını Cibril’in diliyle bizlere tavsiye eden Hz. Peygamber’e (sallallahü aleyhi ve sellem) vefanın bir gereği olduğunu düşünüyoruz.
Son olarak sağlığımızı koruyan ve şifayı verenin yalnızca Allah olduğunu ifade eder, yine O’nun Habib-i Edibi Hz. Muhammed’e (sallallahü aleyhi ve sellem) tavsiye ettiği vesileler ile O’nun Hafîz ve Şâfî isimlerine sığınırız.
Araştırmacı-Yazar
Fethi Yılmaz
İstifade Edilen Kaynaklar
Abdullah Köşe, Mahmut Rıdvanoğlu, “Hacamat” maddesi, Diyanet İslâm Ansiklopedisi
(DİA), XIV, 421-422.
Ali Rıza Karabulut, Tıbb-ı Nebevi, Mektebe Yayınları, İst. 1992.
Mahmud Denizkuşları, Peygamberimiz ve Tıp, Marifet Yayınları, İstanbul 1982.
İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Tıbbu’n-nebevî, (Nşr. Âdil el-Ezherî-Mahmûd Ferec el-
Ukde), Kahire 14101990, s. 42- 45.
Dr. Nevzat Emiroğlu, Kan ve Dolaşım, Yeni Asya Yayınları, İst. 1982.
Dr. Aidin Salih, Gerçek Tıp, Yazı Yayıncılık, İst. 2010.
0 yorum:
Yorum Gönder