Anı Yaşamak | Şimdiki Zamanın Farkında Olmak | Gündelik Hayatın Tao'su | Derek Lin
Bir gün, ormanda yürürken bir adam vahşi bir kaplanla karşılaştı. Adam canını kurtarmak için kaçmaya, kaplan da onu kovalamaya başladı. Sonunda adam bir uçurumun başına vardı; kaplan da ona yetişmiş, üstüne atlamak üzereydi. Başka şansı olmayan adam, her iki eliyle bir bağ kütüğüne tutunarak kendini aşağıya doğru bıraktı.
Uçurumdan aşağıya doğru bir süre bu şekilde indikten sonra başını kaldırdığında, uçurumun başında uzun, sivri dişleriyle kendisini gözleyen kaplanı gördü. Aşağıya baktığındaysa, uçurumun dibinde kükreyerek kendisini bekleyen bir başka kaplan gördü. İki kaplan arasına sıkışmıştı.
Bu sırada, iki eliyle tutunduğu bağ kütüğünün üstünde biri siyah öteki beyaz iki fare belirdi ve sanki başında yeterince dert yokmuş gibi, onlarda kütüğü kemirmeye başladılar. Adam, farelerin kemirmeye devam etmesi halinde, kütüğün artık onun ağırlığını taşıyamayacak denli zayıflayacağını biliyordu. Kütük kaçınılmaz olarak kırılacak, o da düşecekti. Fareleri uzaklaştırmayı denedi, fakat her seferinde geri geldiler.
Adam o anda, uçurumun yanıbaşında kendisinden çok uzak olmayan bir noktada yetişen bir çileği fark etti. Çilek olgun ve leziz görünüyordu. Bir eliyle bağ kütüğüne tutunmayı sürdürürken öteki eliyle ona uzandı ve koparttı.
Biri uçurumun başında, diğeri dibinde iki vahşi kaplan ve tutunduğu bağ kütüğünü kemirmekte olan iki fareye rağmen, adam çileğin tadına baktı ve müthiş lezzetinin tadına vardı! Çeşitli tehlikelerle karşı karşıya olmasına rağmen adam, henüz gerçekleşmemiş tehditlerin kendisini felç etmesine izin vermedi. Böylece anı yakalayıp tadını çıkarabildi.
Uçurumun başı, geçmişi temsil eder. Adamın daha önce bulunduğu, içinden çıkıp geldiği yerdir. Kişisel kronolojiniz bağlamında bu metafor, yaşamış olduğunuz deneyimlerin ve anılarınızın tümüne işaret eder.
Bağ kütüğüne uçurumun başına ulaşmak üzere tırmanmak, geçmişi yeniden ziyaret etmek anlamına gelirdi. Tepedeki kaplan, geçmişle fazla ilgili olmanın içerdiği tehlikeyi temsil eder. Eğer kendimizi sürekli olarak, geçmişte yapmamız gerekip de yapamadığımız bazı şeyler için hırpalıyorsak ya da geçmişte kalmış bazı hatalarımız yüzünden pişmanlık ve utanç içinde yüzüyorsak, o zaman kaplan bizi vahşi pençeleriyle yaralamıştır. Eğer geçmişimizdeki bizi utandıran ya da korkutan bazı olumsuz deneyimlerden bir türlü kurtulamıyorsak, ya da travmatik ya da bir şekilde olumsuz bir arkaplandan geldiğimiz için kendimizi kurban gibi hissediyorsak, o zaman kaplan bizden acı veren bir ısırık almış demektir.
Kaplan, aynı zamanda, bir şeyleri düzeltmek üzere zamanda geriye doğru yolculuk etmenin olanaksızlığını temsil eder. Zaman zaman saatleri geri alabiliyor ve bazı şeyleri yeni baştan yapabiliyor olmayı dileriz. Örneğin, belki doğru an çoktan geride kaldığında aklınıza zekice bir yanıt geldi, belki lisede yakınlaşmak istediğiniz çok özel biriyle bir türlü yakınlaşamamıştınız; belki sevdiğiniz birini incittiniz ve durumu düzeltmek için bir şeyler yapmak istiyorsunuz. Ancak ne yazık ki zamanın dar patikası tek yönlü bir yoldur: Vahşi kaplan uçurumun başında bekler ve fanileri oradan ikinci kez geçirmez.
Uçurumun dibi, geleceği temsil eder. Gelecek, tüm düşlerinizi ve korkularınızı, özlemlerinizi ve düş kırıklıklarınızı, potansiyel zaferlerinizi ve önünüze çıkacak olası engelleri kapsar. O, henüz keşfedilmemiş ülke, kitabın yazılmamış bölümüdür. Yarının gizemli ve belirsiz topraklarıdır.
Bağ kütüğüne tutunup uçurumun dibine doğru inmek, ileriye bakmak, geleceği öngörmek ve ona ilişkin tahminlerde bulunmak demektir. Dipte bekleyen kaplan, gelecekte olacaklarla fazlasıyla ilgili olmanın tehlikesini hareket kabiliyetimizi ya da zihinsel sükunetimizi koruyamama pahasına temsil eder.
Bir çoğumuz, yaklaşmakta olan bir etkinlik, konuşma ya da iş görüşmesi nedeniyle sonsuz derecede kaygılanma deneyimi yaşamışızdır. Böyle bir durumda ters gidebilecek her şey aklımızdan geçer. Ertesi günle ilgili fazlasıyla kaygılı olduğumuzdan gece iyi uyuyamayız.
Olay anı gelip çattığında ne olur? Gerginliğimiz Tao'nun yaratıcı dehasıyla bağımızı keser. En iyi performanslarımızdan birini gösteremeyiz. Kaygılanmaya harcadığımız tüm o enerjiyi etkin bir eyleme yönlendiremeyiz; bunun yerine gerilim ve strese dönüşür. Bağ kütüğünde çok aşağılara inmiş ve kaplana, bize zarar vermesine izin verecek denli yaklaşmışızdır.
Dipteki kaplan aynı zamanda ölümün nihai kesinliğini temsil eder. Ölüm, geleceğin bir noktasında hepimizi sabırla beklemektedir. Er ya da geç onun egemenlik alanına gireceğimizi bilir. Kaplan yukarıya doğru kükrediğinde, faniliğin dondurucu rüzgarlarını hissederiz.
Adamın iki kaplan arasındaki konumu, şimdiki zamanı temsil eder. Adeta havada asılıdır. Aynı şekilde, biz de geçmişle gelecek arasında havada asılı biçimde yaşarız.
"Şimdi" ya da "şu an" dediğimiz şey, oldukça ele geçirilemez bir kavram olabilir. Bir ana işaret ederek onu "şimdi" diye tanımladığınızda, o, parmaklarınızın arasından kayarak şimdiki zaman olmaktan çıkar ve aynı ölçüde ele geçirilemez bir başka an gelip onun yerini alır. Ne denli uğraşırsanız uğraşın, asla onu köşeye sıkıştıramazsınız.
Şimdiki zaman, tıpkı Tao gibi, tanımlanmaya da meydan okur. Zamanı büyük bir kesinlikle ölçebildiğimiz halde, bu teknik becerimiz bu sıfır saniyelik zamanın son derece ince dilimini diğerlerinden ayırmakta bize hiç yardımcı olmaz. Bir saniyenin milyarda onundan daha düşük hata payıyla atomik saatler yapma teknolojisine sahip olduğumuz halde, dünyadaki atomik saatlerin tümü şu anın büyüsünü yakalayamaz.
Bir anlık zamanı bir türlü tam olarak ele geçiremediğimiz halde, varoluşun çelişkisi şudur ki, şimdiki zaman da sahip olduğumuz tek şeydir. Geçmişe ya da geleceğe asla sahip olamazsınız; biri geri dönmemek üzere geçmiş, diğeri henüz gelmemiştir. Şimdiki zaman ise şimdi ve buradadır; tümüyle ve koşulsuzca sizindir. Hiç kimse onu sizden alamaz ve onu nasıl kullanacağınıza karar verme gücü yalnızca sizdedir.
Bağ kütüğü, maddi dünyadaki yaşamınızı temsil eder. Tıpkı öykümüzdeki adamın bağ kütüğüne her iki eliyle tutunması gibi, biz de fiziksel hayata inatla ve kararlılıkla sarılırız. Hayatta kalma güdülerimiz bizi vargücümüzle devam etmeye zorlar ve mücadele vermeden kendimizi yenilgiye bırakmayız.
Bağ kütüğünden aşağıya kaymak isteğe bağlı bir eylem değildir; tepedeki kaplan tarafından sıkıştırılan adamın aşağıya doğru inmekten başka seçeneği yoktur. Benzer biçimde, bir kez bu dünyaya geldikten sonra, hayatlarımızı anbean yaşamaktan başka seçeneğimiz yoktur. Bu nedenle, bağ kütüğü, samsaranın doğum ve ölüm çevrimi- ana unsuru olarak da görülebilir.
Fareler, zamanın geçişini temsil ederler. Birinin siyah diğerinin beyaz olmasının nedeni, geceyle gündüzü simgelemeleridir.
Fareler sürekli kemirerek bağ kütüğünü giderek zayıflatırlar. Bu, her bir gündüz ve gece çevriminin bizi ölüme biraz daha yaklaştırmasını temsil eder. Sonunda kütük kırıldığında, adam kendisini bekleyen feci akıbete doğru düşmeye başlayacaktır. Aynı şekilde, yeterince gündüz ve gece geçtiğinde, tutunmakta olduğumuz fiziksel hayat dalı ortasından kırılacak ve ölümün nihai kesinliği egemen olacaktır. Eninde sonunda kaplanla karşı karşıya gelmekten başka seçeneğimiz yoktur.
Adamın fareleri kovalamaya çalışması gibi, biz de yaşlanmanın önüne geçmeye ve hastalıkları köşeye sıkıştırmaya çalışırız. Kendimizi ya da en azından görünüşümüzü genç ve sağlıklı halde tutacak çeşitli yöntemler geliştirmek üzere dev endüstriler kurduk. Tüm vitaminleri, takviye besinleri, tedavileri, spa'ları, hormon yenileme terapilerini, yüz gerdirmeleri, liposuction'ı, saç ekimini, her tür organ naklini vs. -liste böyle uzayıp gider- bir düşünün.
Fakat tıpkı adam kovduğu halde farelerin sürekli geri dönmeleri gibi, zaman da sürekli ileriye doğru akar ve hiç kimse için yavaşlamaz. Tüm çabalarımıza karşın, bu ölümlü dünyada geçirdiğimiz süreler sınırlı kalmaya devam eder.
Çilek, içinde bulunduğumuz anın içerdiği şaşırtıcı güzelliği, mutluluğu, enerjiyi ve hayatiyeti temsil eder. O daima oradadır; onu görme ve tatma yeteneği olanlar için daima erişilebilir bir yerdedir.
Bir an için, bulunduğunuz ortamın dışına çıkın ve kendinizi doğanın içine yerleştirin. İş başındaki Tao'nun dehasını sessizce izleyin. Gerçekliği, çevrenizde ve bir o kadar da içinizde dönüp duran doğa güçleri arasındaki o sonu gelmez oyunu algılayın. Makrokozmikten mikrokozmiğe tüm doğal süreçlerin, kavrayışımızın çok ötesindeki bir zeka tarafından düzenlenerek nasıl işlediklerini hissedin.
Her bir "şu an" ve sonsuz an o denli büyük bir güzellik ve iyilikle doludur ki, bunları bir seferde içinize çekseydiniz umutsuzca altında kalıp ezilebilirdiniz. Öykümüzün dilinde, çileğin müthiş derecede lezzetli bir suyla dolu olduğunu söyleyebiliriz.
Çileği kopartmak, anı yakalamaktır. Bunu yapıyorsanız, dikkatinizi içinizden geçen akışa yönlendiriyor ve ebedi şimdi nehrine bütünüyle dalıyorsunuz, yani şimdiki zamanın farkındasınız demektir.
Çileği tatmak, gerçekliğin tadına tümüyle varmaktır. Bunu yaptığınızda, varoluş mucizesinin değerini bilmeye ve baktığınız her yerde var olan bir güzelliği fark etmeye başlarsınız. Bu, kalbinizi sevinçle ve şükranla doldurur.
Çileği kopartıp tadına bakmak, söylendiği kadar kolayca yapılabilen bir şey değildir. Çoğumuz sıklıkla, bize şu anı yakalayıp gerçekliğin tadına bakma şansı verecek güçlü farkındalık haline ulaşmakta zorluk çekeriz. Yolumuza sürekli bazı engeller çıkar.
İlk engel, çoğu Tao uygulayıcısının üstesinden gelmiş olduğu farkındalık eksikliğidir. Birçok kişi, günlerini, geçmişe batmış biçimde ya da gelecek için tasalanarak, o anda sahip oldukları şimdiki zaman hazinesinin farkında olmaksızın geçirir. Öykümüz bağlamında bu, adamın yukarıya ve aşağıya bakmakla fazlasıyla meşgul olup, çok yakınındaki lezzetli meyvenin hiçbir zaman farkına varmamasına benzer.
İkinci engel daha zorludur ve zaman zaman çoğumuzun önüne çıkar. Adamın, çileği gördüğünü, fakat yukarıdaki kaplanla ilgili duyduğu büyük endişe ve aşağıdakine karşı duyduğu büyük korku nedeniyle çileğin onda hiç arzu uyandırmadığını düşünün. Çileğe ulaşabileceğini gayet iyi bildiği halde, onu elde etmek ilgisini çekmemektedir.
Bu engelle karşılaşmış olan biri şunları söyleyebilir: "Öyküdeki metaforları anlamak harika, fakat anlamakla anladıklarımızı pratiğe dökmek arasında fark var. Şimdi hedefimin anı yaşamak olması gerektiğini biliyorum, fakat bunu tam olarak nasıl yapacağımı bilmiyorum."
Öykü bize bir ipucu veriyor. Adam çileği gördüğünde, bağ kütüğüne bir eliyle tutunmayı sürdürüp çileğe diğer eliyle uzanıyor. Bu hareket iki temel unsuru içeriyor: Bir şeyden vazgeçmek ve elde etmek üzere bir şeye uzanmak.
Adam eğer bağ kütüğüne iki eliyle tutunmayı sürdürmekte ısrar etseydi, çileğe uzanamayacaktı. Bu halde bütün yapabileceği, sadece ona bakmaktan ibaret kalırdı. Ödülü kazanabilmek için, bir elini gevşeterek kütükten ayırması gerekiyordu.
Tam da hayatta olduğu gibi. Bağ kütüğü, maddi düzlemdeki fiziksel varlığımızı temsil eder. Ona sıkıca tutunmak, maddi meselelere karşı güçlü bağlarımız olduğunu gösterir. Bu bağlara sahip olduğunuz sürece, bir şeylerden vazgeçemezsiniz. Bu, şimdiki zamanın tadını çıkarmanızı engelleyecek en garantili yollardan biridir.
Böyle konuşurken basit görünüyor ama çevrenizdeki, para kazanmaya odaklanmış, öyle ki hayattan tat almaya asla zaman ayırmayan kişileri düşünün. Onları gözlediğinizde, alışılmış, rutin şeyler yaptıklarında bile gevşeyemediklerini göreceksiniz örneğin, tatile çıktıklarında büroda olup bitenleri düşünmeden edemezler vs. Öykümüzün dilinde, bu türden kişiler bağ kütüğüne onunla bütünleşecek kadar sıkıca sarılmışlardır.
Örneğin, borsayı dakika dakika izleyen bir borsa oyuncusu tanıyorum. Dostları onunla telefonda konuşurken hisselerine ait bilgilerin elektronik ekrandan ne zaman geçtiğini daima anlarlar, çünkü yanıtları aniden dikkat çekici biçimde yavaşlar ve onları dinliyormuş gibi yapmaya başlar. Bu, onun maddi meselelere karşı olan güçlü bağlantısının, onun eski dostlarla sohbet etmekten ki hayattaki en güzel şeylerden biridir- keyif almasını engellemesine somut bir örnektir.
Aynı derecede önemli diğer bir unsur, araştırmak, yeniye açık olmaktır. Konforlu bölge insana rahat gelebilir, fakat yeni hiçbir şey sunmaz. Çileği elde edebilmek için, aşina olduğunuz alanın ötesine geçip riske girmeniz, görünürde olan fakat elinizin altında olmayan bir ödüle ulaşmak için çevrenizi yoklamanız gerekir.
Tao kendini hayatın içinde gösterir ve hayatın karakteristik özelliği, sürekli gelişmesidir. Hayat, sürekli yeni topraklar keşfeder, şansını dener ve daha önce ayak basmadığı yerlere gider. Eğer biz de aynısını yaparsak, hızla hayatın taze, heyecan verici ve çeşitli olasılıklarla dolu olduğunu fark ederiz. Şimdiki zamanda yaşamanın, hem kolay hem de insanı canlandıran bir şey olduğunu görürüz.
Bu nedenle öykümüz, eğer anı dolu dolu ve farkındalıkla yaşama konusunda zorluk çekiyorsak, kendimize aşağıdakilere benzer sorular sormamız gerektiğini öneriyor:
* Nelere karşı bağlantım var? Vazgeçemeyeceğim şeyler neler? Hayatı dolu dolu yaşayabilmek için hangi bağlantılarımdan vazgeçmeye hazırım?
* Yeni bir şey öğreniyor muyum? Yeni insanlarla tanışıyor muyum? Daha önce yapmadığım herhangi bir şey yapıyor muyum? Hangi zevkli konular üzerinde çalışabilir, hangi ilginç projelere girişebilirim?
Bu türden sorulara vereceğiniz yanıtlar, size izlemeniz gereken yolu gösterecektir. Planlarınızı bunları göz önünde bulundurarak oluşturmaya çalışın.
Anı farkındalıkla yaşamaya yönelik eylem planınızı hayata geçirdikçe, geçmişte oyalanmayı ya da gelecek için kaygılanmayı bırakmanız kolaylaşacak. Şu andan keyif almayı öğrendikçe, hoş olmayan, hatta acı veren anılarınızın artık sizi eskisi kadar etkilemediğini, gelecekteki belirsizliklere ilişkin kaygıların ve korkuların artık sizi felç etmediğini fark edeceksiniz.
Şimdiki zamanın gerçekten de harika bir armağan* (Yazar İngilizce'de "present" sözcüğünün hem "şimdiki zaman " hem de "armağan" anlamlarına gelmesinden yararlanarak sözcük oyunu yapıyor. ç.n.) olduğunu keşfedeceksiniz: Huzur, mutluluk, enerji ve heyecanla dolu mucizevi bir armağan. Leziz çileklerle dolu bir sepet.
Böyle bir armağanı hak etmenin yegane koşulunun, onu kabul etmeniz ve ondan keyif almanız olduğunu kavramaya başlıyorsunuz. Bu armağan kendilerine verildiği halde onu kabul edemeyen insanlar olmasına hayretle bakıyorsunuz. Bazıları onun kendilerine sunulmuş olduğunun bile farkında değildirler; onu ne doğmuş olmanın kendilerine tanıdığı bir hak olarak görür, ne de paha biçilmez değerini kavrayabilirler.
Düşüncelerinizi yeniden kendinizde toplayın. Artık size sunulmuş olan kendi şimdiki zamanınızın paketini açma zamanı.
0 yorum:
Yorum Gönder